Türklerde Standart ve Kaliteye Verilen Önem

TÜRKLERDE STANDART VE KALİTEYE VERİLEN ÖNEM VE SULTAN II. BAYEZID’IN KANUNNAME-İ İHTİSABI BURSA FERMANI

Standart belirli ölçülere, kuralara, yasaya ve kullanıma uygun olan kalite derecesidir. İhtiyaçları karşılayacak üretimin, bilirli bir hizmetin, ekonomiye ve teknik amaçlara uygun şekilde üretmek için özelliklerini belirleme ve teknik biçime sokma işlemidir. İmal edilen ürünlerde ve de yiyeceklerde gıda güvenliğinin ve kalite güvencesinin sağlanması tüketici ve toplum sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır. Standart, alıcıların fiat ve kalite yönünden aldanmaların önler ve ucuzluğa yol açar. Tüketicilerin can ve mal güvenliğini korur. Tüketicinin çıkarlarını koruyan tatmin edici mal üretilmesini sağlar.

Kalite ise bir ürünün tüketici ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi, müşterinin beğenisini kazanacak şekilde ürünün olmasıdır. Hatasız, beklenene uygun ve mükemmel olmalıdır. Kalite müşteri tatminidir. Kaliteyi müşteri belirler ilkesi doğrultusunda hareket edilerek üretilene kalite sağlayan bir anlayıştır.

Her ülkenin olduğu gibi Türklerin de kültürünü ve medeniyetini meydana getiren ve dünya mirasına katkıda bulunan çeşitli değerleri vardır. İşte bu değerlerden biri de dünyanın ilk standardı olarak bilinen, ürünlerin fiyatlandırıldığı, kalitenin devamlılığını sağlamak için gerekli cezaların bulunduğu Kanunname-i İhtisab-ı Bursa’nın Türkler tarafından ortaya konulup uygulanmasıdır. Sultan II. Bayezıd 1502 tarihinde Bursa’daki üretim ve piyasa standartlarını belirlemek için Kanunname-i İhtisabı Bursa fermanını yayınlamıştır. Bu fermanla, vatandaşların günlük yaşayış ve geçimi ile ilgisi bulunan bu kanun, her hakimlik bölgesinde ayrı ayrı ve doğrudan doğruya halkın ihtiyaç ve isteklerinden alınan ilhama dayanarak yayınlanmıştır.

İhtisab, İslam cemiyetinde doğrulukları, iyilikleri emretmek, kötülüklerden vazgeçirmek için sosyal huzuru sağlamaya yönelik sorumlulukla yapılan hizmettir. Bu hizmetlerin yürütülmesi için vazifeli memurlar tayin edilmiştir. İslam devletlerinde bu vazifeye “Hisbe” ve bunu yapan memura da “Muhtesip” denilirdi. Bu memur Müslümanların cuma namazında camiye gitmelerine dikkat eder, sayıları kırkı aşan topluluklarda cemaat teşkilatının kurulmasını sağlardı. Ramazan ayında alenen oruç yiyenler, içki içip sarhoş olanlar, iddet beklemeden evlenen kadınlar, yasak musiki aleti çalıp alem yapanlar, İslam’a aykırı hareket edenler, bu muhtesip tarafından takip edilir, cezalandırılırdı. Muhtesip devleti temsil ettiği için geniş cezalandırma yetkisine sahipti. Okulları teftiş eder, çarşıların nizam ve intizamını sağlar, ölçü ve tartıları kontrol eder, dinle alay edenleri takip eder, komşu hakkına tecavüz edenlere engel olmaya çalışırdı. Bir şikayet beklemeden de gördüğü uygunsuz hallere anında müdahale eder, yetkisini kullanırdı. Muhtesip tayin edilecek kişilerin akıllı, zeki, ilim sahibi, yüzü nurlu, heybetli ve vakar sahibi kişilerden seçilmeleri gerekirdi. Dini emirler ve yasakların yanında memuriyetini ilgilendiren iktisadi konuları da bilmesi gerekir ve güzel ahlaka sahip olması ve takva sahibi de olması lazımdı. Bu nedenle İslam dini, imal edilen ürünlerde kaliteye, standarda ve ticarete, ölçü ve tartıya çok önem vermiştir.

Kuranımız Enam Suresi 152.Ayette “Ölçeği ve tartıyı tam ve denk tutun”, Araf Suresi 85.Ayette “Artık ölçeği ve teraziyi tam tutun, insanların eşyasına haksızlık etmeyin”, Şuara Suresi 81.Ayette “Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden olmayın”, 182.Ayette “Ve doğru terazi ile tartın”, 183.Ayette “Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin” Rahman Suresi 9.Ayette “Tartıyı adaletle doğru tutun, teraziyi aksatmayın”, Mütafifin Suresi 1.Ayette “Veyl ölçü ve tartıda hile yapanlara”, 3.Ayette “Onlar ölçtükleri ve tarttıklarında ise eksiltirler” demektedir.

Peygamber Efendimiz de “Bizi aldatan bizden değildir” diye uyarıda bulunmuş,”Kim afete uğramış (çürük ve bozuk) meyve satarsa kardeşinin malından bir şey almasın” ,”Kişinin malında bir kusur varsa söylemeden satması ona helal olmaz”, “Kusurunu açıklamadığı bir malı satan bir kimse, daima Allah’ın gazabı altındadır ve melekler devamlı ona lanet eder” demiş, ayrıca “Çalışmasını doğru ve güzel yapan işçiyi Allah sever” sözü ile doğru çalışmanın mükafatını belirtmiştir.

İlk Türklerde iş, ticaret ve çalışma hayatının kurallarının konulup, korunması ve uygulanması ve ürünlerde kalite ve standartın ortaya konulması, örf ve adetlere göre yapılmış, toplumun inanç ve geleneklerine göre yerine getirilmiştir. Asayiş, güvenlik ve kalite, standarda uygun üretimin kontrol ve denetlemesini “ Yarkan” adı verilen görevli tarafından yürütülmüş, daha sonra Şad, Tudun ve Osmanlılar döneminde de Subaşı görevli olarak devam etmiştir.

Selçuklular döneminde ise üretim, kalite ve standart ahilik teşkilatı ile yapılmış ve uygulanmıştır.  Ahilik teşkilatının kurucusu 1171 yılında Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğan iktisatçı, sanatkar ve alim olan Ahi Evren’in Anadolu’daki Türk esnaf, sanatkar ve üreticilerin karşılaştıkları sosyal ve ekonomik sıkıntılara çözüm getirerek kaliteli, bol ve ucuz üretim metodu ile halkı refaha ve huzura kavuşturmuştur. Üretim esnasında sıkı bir oto kontrol sistemi geliştirilmiştir. Ahilikte kaliteli ve standart üretim elde edebilmek için geliştirilen usul ve kaideler, bugünkü Toplam kalite Denetimi ve oto kontrol sisteminin ilk hayata geçirilişidir. Bir bakımdan da Türk Standart Enstitüsü Kurumunun o tarihlerdeki ilk uygulanışıdır. Ahilikte, işyerlerinde çalışanlar ve çalıştırılanlar iş ahlakı kurallarına riayet etmeye mecbur tutulmuş, mesleğini kötüye kullanan ya da kalitesiz mal üreten kimseler cezalara tabi tutulmuş, önce ikaz edilir, sonra ufak para cezasına çarptırılırlardı. Bu cezalara rağmen kurallara uymayan iş sahibinin pabucu, işyerinin damına atılmak suretiyle meslekten ihraç edilirdi. Kötü kişi, topluma böylece teşhir edilerek kınanmış olur, esnaflık istikbali sona ermiş olurdu.

Ölçme ve standartlaşma konusunda ilk ve en büyük uygulama 500 yıl önce Osmanlıda başlamış, ülkenin sınırları içinde bölgenin özelliklerine ve üretim çeşitlerine göre standart kuralları konulmuş ve ciddi şekilde uygulanması sağlanmıştır. Osmanlı devletinde ürünlerin standartları ihtisap ve ahilik teşkilatları gibi teşkilatlar vasıtasıyla denetlenmiştir. Gerek dini boyutuyla gerekse kalite yönleriyle bu denetleme işlemi çok titiz yapılmıştır. Günlük hayatın her aşamasında yazılı kurallar ve standartlar belirlenerek önemli bir sistem ortaya konulmuştur. Osmanlıdaki bu alaka ve hassasiyet, insan hakkına riayet edilmesindeki sorumluluktan kaynaklanmaktadır.

Padişah II. Bayezıd’ın fermanıyla yayınlanan Kanunname-i İhtisabı Bursa’da sanayi mamülleri, hayvan ürünleri, orman ve deri ürünleri, tarım-tahıl ürünleri, mücevherat, her türlü sebze-meyve, tuz, ekmek, yumurta, et, süt, yoğurt, peynir, tekstil mamüllerinin ayrı ayrı özellikleri belirtilmiş, satışları, konulacak fiyatlar ve kaliteler bir esasa bağlanmıştır. Çarşıda satılan ekmeğin ağırlığından, pişirme şeklini, meyve sebzenin olgunluğunun tarifinden, fiyatlarına ve taşınma ücretlerine, üretilen ürünlerin hammaddelerinin tarifinden, üretileceği şekil ve boyutlarına kadar, birçok ürünün standardı belirlenmiştir. Bu kanunnamede kalite, boyut, ambalaj gibi konularda standartlar tespit edilmiş narh ve ceza hükümlerine yer verilmiş, her bir esnaf grubu için ayrı kar limitleri konulmuş ve kar payı genel olarak %10 olarak belirlenmiş, tarım ürünleri değerlendirilirken cins tür çeşitleri ile turfanda zamanları göz önünde bulundurularak fiyatları sabit tutulup mevsimine göre değiştirilmiştir. Bu kanun hazırlanırken standart esasları ve narhların belirlenmesinde bilirkişilerin, halkın ve güvenilir kişilerin üretici-tüketici ve diğer ilgililerin fikirleri alınmış Türk örf ve adetleri de dikkate alınarak hukuku iyi bilen Mevlana Yaraluca Muhyiddin tarafından yazılı hale getirilmiştir. Sultan Bayezıd tarafından Bursa’dan başka, İstanbul ve Edirne şehirlerine yönelik ihtisab kanunları da yürürlüğe konulmuştur.

Bu standartlar içinde ekmeğin ağırlığı ve üzerine konulacak susam miktarı bile bulunmaktaydı. Buna uymayanlara ciddi cezalar veriliyordu.

İstanbul-21.“Etmekçiler, standart olarak alınan ekmeği narh üzere pak işleyeler, eksik ve çiğ olmaya. Ekmek içinde kara bulunursa ve çiğ olursa tabanına led uralar, eksük olursa tahta külah uralar veyahut para cezası alalar ve her ekmekçinin elinde iki aylık, en az bir aylık un buluna. Ta ki, aniden bazara un gelmeyüp, Müslümanlar darlık görmeyeler. Eğer muhalefet edecek olursa, cezalandırıla.”(1) çiğ ve eksik ağırlıkta çıkarılması halinde falaka ve teşhir cezaları verilmektedir.

İstanbul-4- Eyle olucak ekmek gayet eyü ve arı olmak gerektir”(2) denilerek fırıncı esnafının stoklu çalışması, piyasada un, yol, gelmedi gibi gerekçelerle fırsatçılara izin verilmemesi istenmektedir.

İstanbul-40. Ekmeklerin kaliteli ve temiz olması da belirtilip “Ve sirke yoğurda su koymayalar. Su katılmış olup bulunursa teşhir edeler veyahut tahta külah uralar, gezdireler”(3) denilmekte ekmeklerin kaliteli ve temiz olması istenilmektedir. Değirmenciler gözlene, değirmende tavuk beslemeyeler ki halkın ununa ve buğdayına zarar vermeye. Ve adetlerinden artuk almayalar ve iri öğütmeyeler ve kesmüklü buğdayı değiştirmeyeler ve illa muhkem ve müntehi hakkında geleler.”(4)

Çörekler “Ekmek ağırlığının yarısı olup ak undan olacak ve unun bir okka (400 dirhem) yağ konulacak”(5)

Meyveler: “Kaplı (yeşil kabuklu) fındığın kaplı olarak bir okkası bir akçeye olacak, kapsızın 200 dirhemi bir akçeye olacak. Ve mevsimi geçtikten sonra 125 dirhemi 1 akçeye olacak.”(6)

Sebzeler: “Aş kabağına (taze kabak) üç gün narh olmayacak, üç günden sonra üç okka bir akçeye olacak. Haftasında 4 okka, ikinci haftada 5 okka, üçüncü haftasında 6 okka, 4. haftada 8 okka 1 akçe olacak.”(7)

Kuyumcular: “Kullanılan gümüş seksen ayardan düşük olmayacak. Altının miskali (ağırlık ölçüsü) de 60 akçelikten aşağı olmayacaktır”(8)

Halkın refahının sağlanması için çıkarılan bu kanunnamede malların ucuz olarak tüketiciye ulaştırılması, hijen şartlarına riayet edilmesi, kalitenin ve standartların korunması belirtilmiş, kalite güvencesinin sağlanması ve kalite kontrolünün yapılarak teknik şartnamelere göre hataların önlenerek kaliteye ulaşmak için gereken çabaların gösterilmesi istenilmiştir. Şehrin et ihtiyacının karşılanmasında alınacak tedbirler kuşam, hasır vs malların en ve boy ölçüleri belirtilmiş, ayakkabıların ne kadar dayanması gerektiği açıklanmış, diğer yiyecek imal ve satışı ile uğraşanlar, aşçılar, berberler ve hamamcıların riayet etmesi gereken kaideler bir bir sayılmıştır.

Bu konuda Osmanlı padişahları yöneticileri ve idarecileri çok titiz davranmışlar, uygulamaları ve kontrolünü devamlı takip etmişlerdir. Ayrıca kalitenin korunmasında hammadde oranlarına dikkat ediliyor, ithal mallarında gerek kalitesi ve gerekse sağlığa zararlı olmadığı açısından kontrolü yapılıyor, imalat aşamasında suistimal yapan üreticiler için kanuni cezalar veriliyor, sinai ürünlerinin standartlara uygunluğu takip ediliyor, ülkenin uzak bölgelerinde de bu standartlara uyulması isteniliyordu.

“Ve sabuncular ve mumcular gözlere gayet eyü ola, mumları çürük olmaya ve kokar yağdan olmaya ve berk ola, kalp olmaya” (9)denilerek sabunun imalatında dahi standardı önemle belirtiyordu. Bugün bile gelişmiş bazı ülkelerde, bu kanunda mevcut birçok standardı hala belirleyememiş ve uygulayamamışlardır. Türkler bu standartlaşma kanunu ile dünyanın çok önünde olduğunu göstermektedir. Orijinal metni İstanbul Topkapı Müzesinin Revan kütüphanesinde bulunan Sultan II. Bayezıd’ın fermanı ile 1502 yılında yürürlüğe giren bu kanun, gelişmiş ülkelerin bugünkü uygulamalarının bile üzerinde hükümler taşımaktadır. Bu kanun ilk standart kanunu olmakla birlikte ilk tüketici haklarını koruyan, ilk gıda maddeleri yönetmeliği ve çevre yönetmeliği olarak zamanına göre çok ileri bir hukuk düzenlemesidir.

Sultan Bayezıd tarafından Bursa, İstanbul ve Edirne şehirlerine yönelik yürürlüğe konulan ihtisab kanunları kadılar, ihtisap ağaları ve yardımcıların yer aldığı ihtisap teşkilatları tarafından yürütülüyor, aykırı davranışta bulunanlara karşı cezalar veriliyordu. İhtisab ağalığı nizamnamesinde ihtisab ağasının görevleri iktisadi ve sosyal görevler, dini görevler ve adli görevler şeklinde açıklanmaktadır. İhtisab ağasının (muhtesip) iktisadi hayattaki vazifeleri bir kanunname ile şöyle belirtiliyordu: “Bütün sanat ehline hükmedip ta’zir ve cezalandırma, alış-verişte hile edenleri tekdir ve tenbihe memur”(10)

İhtisab ağalığı nizamnamesinde ihtisap ağasının görevleri iktisadi ve sosyal görevler, dini görevler ve adli görevler şeklinde açıklanmaktadır. Evliya Çelebi de ihtisab ağasının görevini “Bütün sanat ve meslek sahiplerine hükm edüb ta’zir ve siyasete ve alım-satımda ihtilaf edenlerin tekbir ve kınanmasına memur bir hakimdir” (11)demektedir.

Osmanlıda ihtisab ile ilgili ilk uygulama Aşıkpaşa tarihinde belirtildiğine göre Osman Gazi’nin “Her kim pazara bir yük getire, sata iki akçe virsün ve satmazsa hiçbir şey virmesün”(12) emri ile başlamıştır. Daha sonra Fatih Sultan’ın İstanbul’u fethettikten sonra şehrin ticari, iktisadi ve içtimai nizamını sağlamak ve diğer hizmetleri görmek üzere tayin ettiği hakimlerden birisi de ihtisab ağası idi. İhtisab ağalığı verilirken “İhtisab ağası olan kimesne mechulü’l-hal (huyu, yaşayışı, inancı bilinmeyen) kimesne olmayıp, hüsn-i hal ile ma’ruf (iyi özellikler, iyi halleri ile tanınmış) ve istikamet ile mevsuf (doğrulukta vasıflanmış) bir kimesne ola”(13) prensibi ile hareket ediliyordu. İhtisab ağalığı süresi bir sene olup, bir kişi aynı işte uzun süre tutulmayarak suistimallerin önüne geçiliyordu. İhtisap ağasının arif, emin, gulam, avn ve haberci gibi yardımcıları vardı. Şehirler büyüyüp iktisadi hayat geliştikçe hem ihtisab ağalığı ve hem de yardımcıları çoğalmıştır.

İhtisab ağası, esnaf teşkilatlarını, mahalli kapalı-açık pazarları denetler, fiyatların uygulanıp uygulanmadığını, kontrol için satış mahallerini teftiş eder, vergilerin satıcı ve sanatkarlardan toplanıp toplanmadığını esnafı dolaşarak kontrol ederdi. Ayrıca, günlük ihtiyaç maddelerini halkın eline uygun, kaliteli ve ucuz bir şekilde geçmesini sağlamak için, esnaf ve ticaret erbabını kontrol altında tutardı. Dükkan açmak isteyenlerin isim ve eşkallerini deftere yazarak çalışma izni verirdi. İstanbul’dan dışarıdan gelip gidenleri sıkı takibe alır, tezkireler verirdi. Bu şekilde hem asayişin korunması sağlanır, hem de her isteyen köyleri terk edip şehre, şehirleri terk edip köylere yerleşmeleri önlenerek, vergi ve ziraatın aksamamasını sağlanırdı. Özellikle cazibe şehri olan İstanbul’a Anadolu ve Rumeli’den, esas mesleklerini ve ziraatı bırakıp gelenlerin ve işsiz güçsüz takımının yerleşmemesi için, mahallelerde arada sırada yoklama yapılır, muntazaman tutulan nüfus defterlerinde olmayanlar geldikleri yerlere gönderilirdi.

Ayrıca tekelleri kırmak, herkesin üreticiden mal alıp, fahiş fiyatlarla satmamaları için, üreticiden mal almaya izin belgesi verirdi. Küçük çocukları esnaf yanına çıraklığa yerleştirmek, ihtiyaç duyulan yerlere zahire göndermek, posta hizmetlerini görmek, hekim ve hastaların durumları ile yakından ilgilenmek, yol ve sokak kaldırımlarını takip etmek ihtisap ağasının görevleri arasında idi. Aynı zamanda dini vazifeleri olan bir yetkili idi. Dinin kötü ve çirkin kabul ettiği her türlü davranışa müdahale ederdi. Ahlakın bozulmamasını sağlamak, umumi yerlerde din ve geleneklere uygun olmayan davranışları engellemek gibi vazifeleri de vardı. İbadet ve namaz şartlarını getirmeyen imamları kontrol eder, içki kullananları, talih oyunlarıyla uğraşanları, fuhşiyatla meşgul olanları takip eder, sorgulardı. Hatta standartlara uygun mezar koymayanlar ile mezarlıkta hayvan otlatanları bile ihtisap ağası kontrol eder ve aykırıda bulunanları cezalandırırdı. Bu cezalar falakaya yatırıp dövmek, daha fazla ceza alanları hapse göndermek, sürgüne gönderilecekleri Bab-ı Ali’ye bildirmek şeklinde idi. Falakaya yatırıp dövmek cezası, suç tespit edilince halkın içinde gerçekleştirilir, dövülenin nefsine çok ağır geldiği için tesirli olurdu. Yalancı şahitlik edenler cezalandırılır, borçlarını zamanında ödemeyenlerden borcun tahsili yapılırdı.

Bu kanunlar ve ahilik sistemi ile Osmanlı esnafındaki ahlak, doğruluk, dürüstlük ve kanaatkarlık o derece geliştiki “ Ben siftah ettim, komşum siftah etmedi” anlayışı ile müşterisini başka bir esnafa gönderen bir dayanışma, kanaat düşüncesi gelişip yükselmiştir.  Tebdili kıyafetle çarşıyı dolaşan Fatih Sultan Mehmet, alış-veriş yaptığı dükkandan bir ikinci malı almaya başarılı olamaz. Esnaf “ Ben siftahımı yaptım, rızkımı kazandım, ama komşu esnaf siftah yapmamıştır, varın o ihtiyacınızı ondan alın” der. Yine aynı muamele ile çıktığı son dükkandan sonra ellerini Allaha açar, şükreder, yanındakilere böylesine tok gözlü ve kanaatkar halkın karşısında hiçbir düşmanın duramayacağını söyleyerek “ Tebam birbirine bu kadar bağlı ve dürüst oldukça milletimin sırtı yere gelmez, ben bu insanlarla değil İstanbul’u dünyayı fethederim. Milletin ahlaki safiyetine halel getirenleri Allah kahretsin” demiştir. (14)

Yine Fatih Sultan döneminde, bir Müslüman’ın günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamaması üzerine, zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu’ndaki bir ağaca asıp, üzerine de “Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al..” diye yazı bırakmış, bu kese üç ay kadar o ağaçta asılı kalmıştır. (15)

Ahilik sistemi ve kalite, standarda dayalı Osmanlı ekonomisi büyük bir ilerleme ve kalkınma sağlamıştır. Avrupa ve diğer devletler karşısında güçlülüğünü ortaya koydu. Kanuni Sultan zamanında, Sivas Vilayetinin bütçesi 20 milyon altın idi. Buna karşılık aynı dönemde Fransa Krallığının bütçesi 4 milyon altın, Birleşik İngiltere Krallığının bütçesi ise 3.5 milyon altın idi.

İngiltere Kraliçesi Elizabeth, Sultan III.Murad’a mektup yazarak “İngiliz tüccarlarına serbest ticaret izin verildiği takdirde … İngilizlerin Türklere sadık bir dost kalacak…” demesi üzerine, Sultan III. Murad da ona mektup yazıp, Fransız ve Venediklilere verilen ticari imtiyazı verdiğini belirtmiştir. (16)

Ayrıca İngiliz Ticaret Odalarının birinde  asılı bulunan levhada “ Her zaman Türk tüccarları ile alışveriş et”  sözünde Türk tüccarlarının güvenirliliği belirtilmektedir

Osmanlının bu güçlü döneminde, Hollanda Ticaret Odasında bir karar alınırken, oylar eşit çıkması halinde, ticaret odası başkanının karar verebilmek için “İçinizde Türklerle alışveriş eden var mı?” diye sorduğunda, herhangi birinden “evet” cevabı alınca, onun oyunu iki oy yerine kabul edip kararını verdiği, tarihi kayıtlar bildirmektedir. (17)

Osmanlıda tüccar himayeye mazhardı. Osmanlı devlet teşkilatına dair eser yazan Ricaut “Türk tüccarları arılar gibi çalışarak kovana bal getirdikleri için himayeye layık” demektedir.

1826 yılında Sultan II. Mahmud zamanında ihtisap nazırlığı kuruldu ve ihtisab ağalığının adı ihtisab nazırı oldu. 1845 yılında polis teşkilatı, 1846’da zaptiye teşkilatı kurulduğundan ihtisap nazırlığının bir kısım görev ve yetkileri buralara devredildi. Sadece nezareti narh ve esnafın işine bakacak şekilde idi. 1854 yılında İstanbul  Belediyesi idaresi kuruldu, ihtisab nazırlığı kaldırıldı. İstanbul Belediye kanunnamesinde ihtisab nazırlığının görevleri şöyle açıklanmakta idi: “Bütün sanat ve meslek sahiplerinin satmasına ve almasına belediye başkanı nazır ola”

Cumhuriyet döneminde ilk kanuni düzenleme 1930 yılında yapılmış, standart ile ilgili faaliyetler,  ürünlere ilişkin kural koyma ve bu kurallara uygunluğu denetlemeye dayalı kalite denetimi başlamıştır. 18.11.1960 tarihinde 132 sayılı kanunla her türlü madde ve mamullerle usul ve hizmet standartlarını yapmak amacıyla Türk Standartlar Enstitüsü kurulmuştur. Kısa adı TSE’dir.

Kalite ve standart, ülke kaynaklarının verimli kullanılmasına, ekonominin düzenli işlemesine, sanayinin gelişmesine ihracatın artması ve üstünlük kazanılmasında katkı sağlar. Maliyetleri düşürür, verimlilik artar, stokların azalmasını sağlar, taşıma ucuzlatır ve üretimde kayıplar ve atıklar en az düzeye iner. Tüketicinin hizmetine sunulan ürünler, hammaddeleri ve kaliteleri ile farklılık gösterir. İnsanlar ihtiyaçlarını gidermek için bir çok ürün satın alırlar. Bu ürünlerin hem kaliteli, hem de ucuz olmasını isterler. İşte bu ürünleri alırken tüketici bilinçli olmalı, ne istediğini bilmelidir. Bilinçli tüketici ürünlerin kalitesine, fiatına ve standarda uygunluğuna dikkat eder. Aldatıcı, hatalı ve bozuk mal satılmaktadır. Haksız ve aldatıcı reklamlara kanmamalı, piyasaya yeni çıkan marka ve model hakkında araştırma yapmalı, alınacak malın etiketine ve son kullanma tarihine bakmalı ve üreticisi belli olmayan malları almamalıdır.

Standart günümüzde ülkelerin prestijidir ve ülkeler arasında pasaport görevini yerine getirmektedir. Dünyaya örnek olacak şekilde kendi standartlarımız daha 15. Yüzyılda en ince ayrıntıları ile günlük hayatın her aşamasında yazılı ortaya konulduğu halde bugün kullandığımız standartları Avrupa’dan, Amerika’dan almanın nasıl bir izahı ve gerekçesi olabilir? Bugün bile Amerika ve Avrupa da ki bazı gelişmiş ülkelerde, Bursa, İstanbul ve Edirne ihtisab kanunlarında mevcut birçok standardı hala belirleyememiş ve uygulayamamışlardır. Bu nedenle yöneticilerimiz, aydınlarımız, insanlarımız tarih ve kültürümüzdeki bu değerlerden, eserlerden ilham alarak, faydalanarak toplumumuzun bugün ve gelecekteki hayatına uygulama yapılmalıdır.

Şeyh Edibali “ Geçmişini iyi bileceksin ki, geleceğe sağlam basasın” demektedir. Bir milletin ilim ve kültür hazineleri nesiller aktarılmalıdır. Nesiller tarihini iyi bilmeli,  ondan kuvvet alarak geleceğe taşımalıdır. Tarih, geçmişle geleceği birbirine bağlayan köprüdür. Tarih insana atalarının kültürünü, dilini, inancını, asaletini, değerlerini öğretir. Kendi tarih ve kültürümüzden faydalanamazsak, diğer devletlerin kültür ve medeniyetlerini ithal etmeye mahkum kalmış oluruz.

 

KAYNAKLAR

1-2-3-9-11- Ahmet Akgündüz-İslam ve Osmanlı Çevre Hukuku-Os.Arş.Vakfı Yay.-İst.2009-S.221-221-222-220-210

4- Mustafa Tayar-İlk Dıda Standardı-mtayar@uludağ.edu.tr

5-6-7-8- Ömer Faruk Yılmaz-Belgelerle Osmanlı Tarihi- Osmanlı yay.1999-S.492

10-12-13-Osmanlı Devlet Teşkilatı- Türkiye Gazetesi Yay.-İst.2006-S.371.371.370

16-Necdet Bayraktaroğlu-Tarihimizdeki Muhteşem Mektuplar-Hayat Yay.-İsst.2012-S.262

14-15-17-Avni Arslan-Ziya Demirel-Os. T. İlginç Hik. ve Anektodlar-Akçağ-Ank.2008-S.38.40.170

18- Serdar Tan-Nurettin Peşkircioğlu-Kalitesizliğin Maliyeti-Ank.1989

19-Ziya Kazıcı-Osmanlıda İhtisab Müessesesi-Bilge Yay.-İst.2006

Bu yazı Makalelerim kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir